Tarih su gibi akıyordu. Önce Berlin Duvarı çöktü, Sovyetler Birliği dağıldı. Tarihin sonu ilan edilmişti ama tarih akıp gidiyordu. Tek kutuplu dünya düzeninin başlamasından bir süre sonra 11 Eylül olayı gerçekleşti. ABD, tek kutuplu dünya düzeninde, jeopolitik megalomani coşkusu içinde idi.
11 Eylül olayı sonrası yayımlanan ulusal güvenlik stratejisi ile “ABD, tarihte eşi ve benzeri görülmemiş güce sahip ve bu nedenle de küresel dengeleri kurmaktan sorumlu olduğunu” ilan ediyordu. ABD, aksine söz vermesine karşın NATO’yu doğuya doğru genişletiyor, özellikle Sovyetler Birliği’nden kopan yeni devletleri renkli devrimlerle karıştırıyordu.
ORTADOĞU'YA 'DEMOKRASİ' GETİRMEK
Bu yeni süreçte ABD’nin önceliği Ortadoğu idi. ABD dünyaya, Ortadoğu’da yaşayan insanların eğitim ve refah seviyelerinin yükseltilmesi, bölgede demokrasinin yayılması bu amaçla yirmi iki ülkenin transformasyondan geçirilmesi gerektiğini anlatıyordu. Bölgede istikrar için radikal cihatçı terör örgütleri ile mücadele edilecekti. ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek için başlattığı projede, bölge halklarına ve dünya kamuoyuna sunduğu gerekçe buydu.
2006 yılında İsrail, günümüzde Gazze’yi yıktığı gibi Lübnan’ı bombalarken, ABD Başkanı George W. Bush bu olayı, yeni Ortadoğu için “fırsat anı” olarak değerlendirirken, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ise “Yeni Ortadoğu’nun doğum sancıları” olarak tanımlamıştı.
Zaman akıp gitti. Aradan yaklaşık çeyrek asır geçti. ABD’nin Ortadoğu halklarına demokrasi, eğitim ve refah getirmek bahanesi ile başlattığı proje, öncelikle İsrail’in bölgesel çıkarları için yıkıcı kaosa ve kana dönüştü. Büyük Ortadoğu Projesi’ni Arap Baharı takip etti. Doğumlar gerçekten sancılı oldu, bölgedeki ülkeler parçalandı, yüz binlerce insan öldü. Üretilmiş terör örgütleri ile mücadele edildi. Milyonlarca insan ülkesini terk etti. Bazı ülkeler haraca bağlandı, Ortadoğu’yu şekillendirme gayretleri hâlâ sona ermedi ve bölgede kaos devam etmekte.
BOP VE DEMOKRATİK KONFEDARLİZM
Yeniden şekillenen Ortadoğu’da, yarım kalan önemli proje ise ABD, AB, İsrail destekli Kürt jeopolitiğinin hedeflerine ulaştırılması gayretleridir.
40 yılı aşan süreçte silahlı mücadele ile Türkiye’de politik amaçlarına ulaşamayacağını anlayan PKK artık farklı mücadele yöntemi arayışındadır. PKK artık mücadelesinde Abdullah Öcalan’ın Rus asıllı Amerikalı felsefeci Murray Bookchin’in düşüncelerinden etkilenerek geliştirdiği, sözde ulus devleti ve merkezi yönetimi ret eden, bölgesel otonom yönetimi benimseyen, kadına eşitlik ve politik ekoloji kavramları ile süslenen ve çatı yapısı KCK’nin sözleşmesine dönüştürülen “demokratik konfederalizm” ütopyasını esas almaktadır.
12. kongre sonuç bildirisinde PKK’nin, Öcalan’ın talebi ile “silahlı mücadele yöntemini sonlandırdığını ve demokratik toplum inşası temelinde demokratik mücadele dönemini başlattığını” ilan etmesi bu anlama gelmektedir.
ULUS DEVLET YAPISI VE İÇ CEPHE
Suriye’de, PKK’nin Rojava olarak tanımladığı Fırat’ın doğusunda, ilk defa bu farklı mücadele yönteminin, demokratik konfederalizmin (devlet içinde özerk bölge inşa etmenin) başarı ile uygulanmakta olduğu iddia edilmektedir.
Kürt jeopolitiğinin destekçisi ülkeler, Suriye’de, iç savaşın oluşturduğu fırsat nedeni ile PKK yerine YPG’ye öncelik vermektedir.
Buna rağmen, “terörsüz Türkiye” tanımı ile sunulan yeni projede PKK’nin amacı; Suriye’de uygulandığı iddia edilen demokratik konfederalizm modelini, Türkiye’de Fırat’ın doğusuna taşıyarak, büyük Kürdistan’a giden yolda özerk yapının temellerini oluşturmak ve böylece su zengini Fırat-Dicle havzasına egemen olmanın önünü açmaktır.
İçinde bulunduğumuz süreçte, demokratik konfederalizmin özünde, jeopolitik amaçlar için uygulanan ve ülkenin anayasal düzenini ve devlet yapısını hedef yapan bir araç olduğunu anlamamız gerekmektedir.
Demokratik konfederalizm, Suriye örneğinde olduğu gibi, bağışıklık sistemi zayıflamış, iç cephesi sorunlu ülkelerde, metastaz yapan kanser hücrelerine benzemektedir.
NEJAT ESLEN
EMEKLİ TUĞGENERAL