Sol veya solculuk olarak da adlandırılan ideolojinin ne olduğu ve ne anlama geldiği konusunda dünyada ve Türkiye’de bir kavram kargaşası yaşanmaktadır.
Solun birçok farklı biçimi ve tarih içerisinde solda birçok farklı fraksiyon oluşmuş olsa da, solun temelinde sosyalizm ideolojisi vardır.
Sosyalizm de ana hatlarıyla ikiye ayrılır: Bir tarafta, ekonomik sınıfları tamamıyla ortadan kaldırmayı ve sınıfsız toplumu hedefleyen komünizm; öteki tarafta, ekonomik sınıfları ortadan kaldırmayan, ancak sınıflar arası uçurumu ve gelir dağılımını dengelemeyi amaçlayan demokratik sosyalizm, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk.
Komünizmi savunanlar, demokratik sosyalizmi, sosyal demokrasiyi, demokratik solculuğu sol olarak tanımlamasa da veya yeterince solda duran bir ideoloji olarak görmeseler de, demokratik sosyalizm, sosyal demokrasi, demokratik solculuk, kendisini merkezin solunda olarak tanımlar.
Ayrıca bu iki sol ideoloji arasındaki bazı keskin ayrımlara rağmen, ikisinin de ortak özelliği, ekonomik sınıf mücadelesine dayanmaları, sermaye sınıfının emekçi sınıfı sömürmesini farklı yöntemlerle de olsa engellemeye çalışmalarıdır.
Komünist sol, ekonomik üretim araçlarındaki özel mülkiyeti ve özel sektörü tamamıyla ortadan kaldırmayı hedefler, merkez sol ise ekonomide özel sektöre de alan açmakla birlikte, özel sektörü güçlü bir kamu sektörüyle dengelemeyi hedefler.
Buna aynı zamanda karma ekonomik model de denir.
Bu model Mustafa Kemal Atatürk’ün ekonomi politikasıyla da kesişir.
Merkez sol, karma ekonomik modelle birlikte, daha çok kazanandan daha çok vergi alarak, düşük ve orta gelirli kesimin vergi yükünü hafifleterek; emekçi sınıfın işveren karşısındaki haklarını koruyan sendikal hareketleri güçlendirerek; tüm vatandaşlara nitelikli ve ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti sunarak, sınıflar arası uçurumu ve gelir dağılımındaki dengesizliği azami seviyede ortadan kaldırmayı hedefler.
***
Ancak 1990’lı yıllardan itibaren, neoemperyalizmin, siyaseti, medyayı, akademiyi, sivil toplum örgütlerini/ demokratik kitle örgütlerini kuşatmasıyla birlikte, sol ideolojinin de içi boşaltıldı.
Merkez solda olduğunu iddia eden birçok siyasetçi, serbest piyasa ekonomisine ve özelleştirmelere teslim oldukları ve karma ekonomik modelden uzaklaştıkları gibi, birçoğu da solu, solculukla ilgisi olmayan din, mezhep ve etnik kimlik siyasetine indirgediler.
Benzer bir durum, bazı komünist sol kesimlerde de, özellikle etnik kimlik siyaseti üzerinden yaşandı.
Bunlarla birlikte, çevrecilik, kadın hakları, LGBT hakları, hayvan hakları gibi unsurlar da, solun özünde olan hareketler gibi sunuldu.
Oysa bu hareketler, solun özünde, temelinde, tekelinde olan hareketler değildir.
Doğaya, hayvana, insana saygısı ve sevgisi olan herkes, çevreyi ve doğayı, hayvan haklarını, kadın haklarını, kadın ve erkek arasında eşitliği, farklı cinsel tercih haklarını korumak için mücadele eder, bu hakların tamamını savunur.
Ancak bu hakları savunmanın önkoşulu solcu olmak değildir. Kendisini solcu olarak tanımlayan kişiler bu hakları savunabileceği gibi, kendisini merkezde, merkez sağda, neoliberal, liberal, apolitik olarak tanımlayan kişiler de bu hakları savunabilirler.
Solun çıkış noktasında, insana ve topluma verilen değer yattığı için, kendisini solcu olarak tanımlayıp bu hakları savunmayanlar, elbette genel bir bağlamda çelişki içine düşerler; ancak tarihsel, kavramsal ve kuramsal gelişim süreci açısından bakıldığında, solun özünde ve temelinde, ekonomik sınıf mücadelesi vardır.
Neoemperyalizm ne yazık ki sol ideolojiyle ilgili bu gerçeği örtbas etmek ve dikkatlerden kaçırmak için, solculuğu, sol ideolojinin özünde ve temelinde olmayan bazı hak mücadelelerine indirgemektedir ve bu yanılsamayı yaygınlaştırmaktadır.